türkçe
Ailem      Kung-Fu      İflas Edişim      Gazetecilik      Kriz      Parasızlık      9 Sene Kimliksiz      Tasarımcılık      Motortürk


1961 İRAN'da Tebriz şehri, Şeşklan mahallesi, Mansur caddesi, Saiddole sokakta dünyaya geldim ve bir Azeri-Türk'üm. Babam Atatürk zamanında Rıza Şah Pahlevi'nin cephede bilffil savaşmış bir komutanıydı. Yedi kişilik ailenin en küçük çocuğuyum. Balık burcuyum, yükselen burcum Yay.

Yedi yaşımda babamın iş dolayısıyla Tahran'da yaşamaya başladığımızda çalışkan bir öğrenciydim. İlkokulu birincilikle bitirdiğim ve bir yarışmada aldığım derece nedeni ile fotoğrafımı gazetelerde yayınlamışlardı.

İlk evliliğimi 19 yaşında yaptım; bu 18 yıllık evlilikten 2 çocuğum ve 2 torunum var.

Türkiye'de Elvin Azar ile kurduğumuz birlikteliği 30/01/2002 tarihinde resmi nikah ile ortak bir yaşama çevirdik ve böylece önceki yaşamıma nokta koymak zorunda kaldım. Eskiler ne demişler? Aşkın gücü her şeyden daha güçlüdür!

AİLEM

KUNG-FU

Okulum

Kung-Fu Geçmişim:

Doğuştan kalbimin atar damarının normalden dar olması teşhisi sonucu daha çocukluğumdan başlayarak hekimler uzun yıllar yaşayabilmem için aileme önümde iki seçenek olduğunu bildirdiler: Ya ameliyat olacaktım; ya da kalbimi zorlayacak konulardan uzak kalacaktım. Oysa ben her iki seçeneği de reddettim ve ortada - belki de onların göremediği- bir Mirzaii üçüncü seçenek olduğunu fark ettim: Hayata pozitif bir bakışla yaklaşarak normal bir yaşam sürmek! İnsan -bana göre- her gün değil, bir kere ölmeliydi. Bu nedenle bildiğim gibi yaşamayı sürdürdüm. Sanırım doğru karar vermişim; çünkü hala hayattayım... Hem de uzun yıllar Kung-Fu yaptığım halde!

Dört yılı hoca olarak, sekiz yıllık prof. dr. Ibrahim Mirzaii hocalığında Kung-Fu To'a geçmişim olduğunu Türkiye'de çok kişi bilmez. Antremanlar ağırdı. Yıllar boyu bedenimden çürükler eksik olmadı. O zorlu dövüş ortamında bile sağ kalabilmem "pozitif bakışın" nasıl bir iyileştirici ve koruyucu gücü olduğunun kanıtı değil mi?

İRAN'DA İFLAS EDİYORUM

Mesleğim ise inşaat mühendisliği... İran-Irak savaşı sırasında İran öylesine bir kriz dönemine girdi ki, birçok inşaatçı iflas, hatta intihar etti.

Ben de ayakta kalabilmek için herşeyimi yarı pahasına satmaya başladım. Sonunda sıra kaçınımaz olarak Honda Goldwing 1500'e de geldi. Herşey satıldı... satıldı... sonunda iflas ettiğim gerçeğinden kaçamaz oldum. Artık ben de her şeyimi kaybetmiştim.

Diğer bazı tanıdıklarım gibi ne intihar ettim; ne de bir masa başı işine girip motosikletten uzak, "pısmış" bir yaşam sürdüm. Yerine Türkiye'ye gelip işçi olmayı kabullendim.

Goldwing'den inip, bana iş saatleri içinde kullanmam için verilen 125 Titan'a binmek; Tahran'daki kışlık dairem, Hazar Deniz'deki deniz manzaralı yazlık villamdan ayrılıp, Beşiktaş'daki bir dairenin bodrum katındaki bir odada kendimden başka üç işçi arkadaş ile ranzada yatmak; klimalı ofisimden çıkıp, sağa sola motor teslim etmeye gidip bahşiş almak demekti bu... Ama motorculuktan kopmamak adına hiç yılmadım.

Asla umutsuzluğa kapılıp yaşama küsmedim. Soluk alabiliyorsam hala ümidin olduğunu biliyordum. Ne de olsa ümit değil mi Pandora'nın kutusunda kalan?

GAZETECİLİK GEÇMİŞİM

Elvin ie tanışmamızla ikimizin de yaşamında yepyeni bir sayfa açıldı.

Artık bir gezgin gazeteciydim; çünkü Motosiklet Dünyası ve Moto News adlı dergilerde, her ay bize ait üç sayfanın sahibiydik.

Dergiler adına, yaz-kış, iki motor, seçtiğimiz bir bölgeye gidip, yöreyi okurlara tanıtıyorduk. Yollar uzamaya başlayınca masraflar da arttı ve böylece sponsorluk kurumu devreye girdi.

3 Yıl boyunca dergiler adına yapılan ve 36 bölüm süren gezilerimizde sponsor olan şirketler:

  1. Ansal Spor Malzeme
  2. Beldeyama AŞ
  3. Borusan Oto Motosiklet Merkezi
  4. Daytona Motor
  5. Korlas Otomotiv
  6. Motosiklet Dünyası Dergisi
  7. Moto Tel Taşımacılık
  8. Ninja Motor
  9. Samura Motor
  10. Shell Madeni Yağlar

TÜRKİYE'DEKİ KORKUNÇ 2001 KRİZİ

2001 yılındaki ekonomi kriz herkes gibi bizi de vurdu. Dergilerde gezi yazı sponsorlarımız bütçeleri kapatmışlardı.

Motosiklet Dünyası Dergisi ise ancak kadrolu personeline maaş verme kararı almıştı. Böylece parasızlığımız açlık sınırına vardı. Tüp gazımız kadar, doğal gazımız da olmadığı için 13 derecelik evde oturmaya, ormandan topladığımız kozalakları yakarak günde bir kez -o da sadece çabuk pişecek yemekleri yaparak- beslenme moduna geçtik.

Böylece parasızlık giderek katlanarak arttı... karşı apartmanların bacalarından çıkan ve özlemle baktığımız dumanlar, nefes alırken bizim ağzımızdan burnumuzdan buhar olarak çıkmaya başladı. Ev öylesine soğuktu ki, kar yağınca camların içerden buz tuttuğunu ve dışarısının görünmediğini anımsıyorum! Gelen parayı her yerden böylesine kesiyor, bize göre daha temel bir gereksinim olan benzin ve internet giderlerine ayırıyorduk. Ama gösterdiğimiz tüm özveriye karşın gün geldi, net bağlantımız da kesilme noktasına geldi. Bağlantının süresi bitmişti ve yenisini almamıza olanak yoktu. Artık yaşam ile bu bağlantımız da kesiliyordu.

Dostlar ve ziyaretçilerin internetteki yokluğumuzun nedenini merak edeceklerini bildiğimizden Elvin kendi sitesine ve benim siteme bir veda mesajı yazarak on-line etti. İçerik olarak duygu sömürüsü yapmadan, durumumuzu traji-komik bir üslup ile anlatıyor, dostlara veda ediyor ve seçtiğimiz yaşamdan asla pişman olmadığımızı ve yakında görüşeceğimizi açıklıyordu. Seçimlerimizden hiç de pişman değildik; çünkü ne de olsa bu yaşamda o güne değin -tüm zorluklara karşın- çok eğlenmiştik.

On-line işlemi bittikten sonra Elvin ile salonun ortasına oturduk ve birbirimize sarılıp "Buraya kadarmış" dedik; "yaşam sonunda bizi nakavt etti." İkimizin de gözleri dolmuştu. Aç -ve belki de açıkta- kalacak olmaktan çok yenilmiş olmaktı bize koyan.

Ve birden bir mucize oldu: Kitap siparişleri, net bağlantıları ve nakit paralar birdenbire "yağmaya" başladı. Sitelerdeki mesajları okuyan tüm dost ve ziyaretçiler bize destek vermek istemişler böylece de bir "yardım akını" yaratmışlardı! Amerika'dan bile -bir MC'den ve biri Hells Angels olan iki kişiden- Western Union aracılığı ile nakit para geldi. Tek birini bulamazken birden dört internet bağlantımız oldu.

Tüm bu değerli yardımların arasından belki de en önemlilerinden birisi bir dostun fikriydi. Soruyordu bize: "Bu kadar insana web'de yardım ediyorsunuz, böyle siteler yapıyorsunuz; neden bu işten para kazanmayı düşünmüyorsunuz?".

Kuryelik Yapmak Zorunda Kalıyorum:

O anda anladım ki başka bir iş yapmalıydım. Türkiye'de mühendis olarak tanınmadığım, en önemlisi de çalışma iznim olmadığı için inşaat sektöründe iş bulmak için hiç şansım yoktu... bunu iyi biliyordum. Geriye ise sadece motorcu olarak çalışabileceğim ve pek fazla "sorgu sual etmeden" iş verilen alan kalıyordu: Kuryelik! Yine yollardaydım... ama çevrede sadece korna gürültüsü, egzost dumanı ve acımasız bir soğuk vardı. Uzun yollarda gezginseniz; üstelik yaz/kış yollardaysanız soğuk ile "halvet olmaya" alışıksınızdır. Motorcu olarak zorluğu da zaten tanırsınız. Ben de alışkın ve tanıdıktım onlara.

Oysa kuryeliğin soğuğu da, zorluğu da başkaydı. Dokuz saat boyunca bir caddelerin soğuğunda, bir plazaların sıcağında olmak anlamındaydı. Ortalama yarım saatte bir, kat kat kıyafetler içinde telsizi, pulları, değerli evrakları, kimliğinizi, cep telefonunuzu üzerinize yerleştirip, sonra tekrar elinize almak; tek elinizde telsiz merkez ile konuşurken nedense hep geç kalan evrakları yetiştirmek adına araçlar ile körlemesine yarışmak demekti. Eve soğuktan ceketimin kolları buz tutmuş halde çok dönmüşümdür... hafta sonları şirketlerden paramı alamadan hem de!

PARASIZLIK ANILARIM

Şişen Bebekler:

Kuryelik günlerimde beni hala gülümsetecek anılarım da oldu, çalıştığım kurye şirketi, bir sex-shop ile anlaşınca ilginç olaylar yaşayacağımı hemen anladım tabii. Hoşluklar ise ilk siparişi almak için şirkete girmemle başladı! Siparişler hakkında bilgi ve teslim edilecek paketleri alırken gülümsememi gerçekten zor bastırdım; çünkü bana bu paketleri ciddiyetle veren güzel sekreterin bulunduğu büronun duvarlarında dildolar; kamçılar; deri-ağı açık bikiniler ve ağızlarını "o" harfi gibi açmış sarışın şişme bebekler duruyordu.

Sipariş teslimi ise ayrı bir komedi idi. Çalışma süresi arttıkça artık -ister istemez- paketlerin büyüklüğünden içlerinde ne olduğunu az-çok kestirmeye başlamıştım. Dildo mu, oyuncak mı(!), yoksa şişme kız mı? Bu paketleri elit bürolardaki ciddi giyimli, kravatlı iş adamlarına teslim ederken yüzümün doğal halini koruması için bayağı zorlanırdım. Sanırım onlar da en az benim kadar tedirgindiler; çünkü giyim ve tip olarak olağan kurye arkadaşlara pek benzemezdim. Bu nedenle beni görür görmez kıpkırmızı bir yüz ve dehşet içinde bir ifade ile "Sanırım bir yanlışlık olmuş, ben böyle bir sipariş vermedim" sözleri ile paketi geri yolladıkları çok oldu.

Kimi zaman ise, özellikle de hava soğuk ve yorgunluk beni zorlar olduğunda kendimi güldürüp güç toplamak için bazı düşler kurar kendi kendime eğlenirdim. Örneğin: "Acaba" diye düşünürdüm, "şimdi bu bebeklerden biri şişmeye başlasa yanımdan geçen arabalardakiler ne yapar; ya da şişme kız şiştiğinde, vibratör de büyüyüp titremeye başlar mı kendi kendine?"

Zehirli Atık Torbası:

Bir keresinde de bir hastahaneye evrak teslim etmiş, tam çıkarken inanılmaz bir sağanakla karşılaşmıştım. Üzerimde ise 14 yıllık, 300.000'e yakın km. yol, 6 ülke görmüş; bar kavgasında beni bir bıçak darbesinden korumuş (izi hala sırtındadır) eski ceketim vardı. O sağanakta yağmur suyunu içine geçireceği belliydi. Sıkıntılı gözlerle ceketimin önünü kapatıp yağmur duşuna tam çıkıyordum ki, hastahene müstahdemlerinden biri "Abi çıkma, biraz bekle" diye uyardı. Yanıtım ise kesindi:
- Zamanım yok.
- Sucuk gibi olacaksın?
Güldüm: "Çare yok" diye yanıtladım ve bina kapısına doğru ilerlemeye başladım. Birden adamın elinde bir torba ile peşimden koştuğunu fark ettim. "Abi" dedi; "şuna bir kol ve kafa yeri açalım; çok kalındır, su geçirmez."

Elinde mikroplu atık maddeleri koydukları büyük boy bir plastik torba vardı!

Belki inanmayacaksınız ama bu torba uzun süre motor çantamda kurtarıcı olarak gezdi ve çok işime yaradı.

Bir başka gün de teslim edilecek evrağın Ali Usta'nın dükkanı olduğunu gördüm. Goldwing'imle Türkiye'ye gezi yaptığım sırada tanışmıştım Ali usta ile; bu kez ise karşısına bir kurye olarak çıkıyordum. Zaten daha önceki işimde, tamircilik yaparken, Ali usta'nın dükkanına ve Samura Motor'a motor teslimine gitmiştim. Oysa her ikisi de beni ilk başta Goldwing'li bir turist olarak tanımışlardı.

9 SENE KİMLİKSİZ YAŞAMAM

WEB TASARIMINI ÖĞRENMEM

Böylece farklı boyutlar sızmaya başladı motor ile dolu yaşamıma. Kendime sanal bir ofis ve MOTORTURK.NET'i kurdum ve web ile profesyonel olarak ilgilenmeye koyuldum.

Gördüğünüz tüm tasarımlar bize ait. Web'in en popüler ödülü olan GOLDEN WEB AWARD'a iki kez layık görüldüğümü de ekleyeyim.

SONUNDA MOTORTÜRK'Ü KURUYORUM

Kurduğum MOTORTURK.net web sitesi, giderek tanınmaya başladıktan sonra, Türkiye’nin her köşesinden her gün bir kaç telefon gelmeye başladı. Gerek üyelerimiz, gerekse diğer motorcular, bulundukları şehirlerde yedek parça ve aksesuar bulmadıklarından yakınıyor, benden parça temin etmemi istiyorlardı. Bu taleplerin artışı bende on-line motosiklet malzeme satışları yapma düşüncesini doğurdu. Belki de bu iş, geleceğimizi garanti altına alabilecek bir girişimdi. Böylece zaman içinde bayilikler almaya koyuldum. Sonunda gün geldi, baktım ki 10’larca marka ve 1000’lerce ürün satmaktayım. Demek ki artık yasallaşmanın zamanı gelmişti.





Web tasarım ve içerik: MOTORTURK (MT) DİZAYN    © 1999 -