Ağva'da Balık Ziyafeti / İznik gölü yerine Ağva’da balık ziyafeti
Moto News Dergisi 7. sayı
Sayfa: 52, 53, 58
Tarih: 01/05/2006
Metin: Faramarz Azar
Fotoğraf: Faramarz Azar
Sponsor:
MOTORTURK MARKET
Merhaba sevgili okurlarım; bu ay Motortürk'ün bir başka gezisini sizlerle paylaşmak adına klavye karşısına geçtim. Elimden geldiğince, kelimeler yettiğince, sizi bizimle birlikte yola çıkaracak; yaşadıklarımız, gördüklerimizi ve hissettiklerimizi size yansıtarak motosikletin kışları da çok zevkli bir hobi/ spor/ araç olduğunu göstermeye çalışacağım.

Her ay, hava durumuna bakmaksızın gerçekleştirmeyi -neredeyse- ilke edindiğimiz için, grup üyeleri her plana uyum sağlarlar. Fakat gezilere bizden olmadıkları halde, bize katılan başka motorcu arkadaşlar da vardır ve onları hoşnut etmek de grup lideri olarak önemli bir görevdir benim için. Bu yüzden güzergâh ve gidilecek hedefi dikkatle arar ve saptarım. Bu konuda sağlıklı karar vermek hayli zordur; çünkü yol çok uzun olursa soğuk taşınamaz hale dönüşür; kısa olursa motorlar, motor sürme açlığını gideremez. Sözün özü yol hem güzel, hem doğa içinde, hem de mevsim koşullarından etkilenmeyecek bir bölgede olmalıdır.

Bu konudaki hassasiyetimi bilen işletme sahipleri sık sık beni telefonla arar; bölgelerinin bu ay için uygunluğu hakkında ön bilgi verirler. Ben de saptama adına gezinin 10-15 gün öncesi, 1-2, hatta bazen 3 yere gider; güzergahı inceler; restoranlarla pazarlık eder; rota belirlerim. Bu ay hem yakın; hem de bizlere çok hoş bir yolda motor sürme olanağı verecek bir yer olması nedeniyle İznik gölüne gitmeye karar verdim ve tüm planları buna göre yaptım. O Pazar sabahı her zamanki gibi yedi dolaylarında yola koyulduğumda çevremi saran inanılmaz sis fena halde canımı sıktı. Ama bildiğiniz gibi organize ettiğim geziler hiç bir zaman önceden iptal olmaz, ancak çok kötü hava şartlarından katılımcıların oy birliği ile ertelenir.

Bu nedenle sise aldırmamaya çalışarak yola koyuldum ve duraklarda arkadaşlar ile toplanarak İstanbul, Darıca arabalı vapur iskelesine vardık. Ama ne denli plan yapsanız da, şans faktörü bazen en dakik organizasyonları bile alt üst edebiliyor. O gün de şansın "azizliğine" uğradık ve feribota vardığımızda sisten dolayı görüş mesafesi 50 metreye indiğini gördük. Bu yüzden arabalı vapurlar çalışmıyorlardı; ama iki saat içinde çalışmaya başlayacaklardı.

Beklemekten başka yapacak şey kalmamıştı. Hepimiz düş kırıklığımızı belli etmemeye çalışıyor, işi şakaya vuruyor; ama bir yandan da havanın açmasını bir çocuk inadı ile istiyorduk! Bu zaman içerisinde yapılacak en uygun iş birbirimizle yakınlaşmaktı tabii ki; çünkü çoğumuz internet üzerinde ve sanal olarak arkadaşlığa başlamış, ama birbirimiz önceden görmemiştik. Beklemeyi fırsat bilip birbirimizi tanıma işine yoğunlaştık.

Biz nette birbirimize yazdıklarımızı dile dolayıp, birbirimize takılır, eğlenirken birden iki buçuk saatin geçtiğini, ama vapurlarda hala bir hareket olmadığını fark ettik. Daha fazla beklemek anlamsızdı. Kısa bir toplantı yaparak "B Planı"mızı hayata geçirmeye karar verdik. Artık rotamız Darıca, Pendik ve köy yoları üzerinden İznik gölü yerine, Karadeniz kıyısındaki şirin Ağva’da balık yemeye doğru çevrilmişti. Günümüzü daha fazla boşa harcamamak için geri döndük ve "ver elini köy yolları!.."

Ne zaman çiftlikler yeşillikler arasından ilerleyen bir tali yola girsem içimden “Hiçbir zaman bu yol bitmesin” diye absürd bir duaya başlarım.

Büyük baş hayvanların, bizlere neşe içinde el sallayan köy çocuklarının, "Yeşil Tonları Sergisi"ne benzettiğim ovaların ve mağrur ormanların içinden seyir etmek -köpeklerin saldırmalarına rağmen- ne hoş bir histir.

Oysa doğaldır ki, duam asla kabul olmaz ve daima yol sona erer. O gün de aynı duyguyu yaşıyordum. Hava sabaha göre daha ısınmıştı... Kimse üşümedi diyemem. Ama aynadan arkama baktığımda dostlarımın kiminin yüzünde "mütebessim" bir ifade olduğunu; kiminin sağa sola el salladığını, kimininse klakson veya farları ile işaretler verdiğini görmem, onların da benim kadar mutlu olduklarına inanmama neden oluyordu. Buna rağmen yine de kalbimizin derininde, kış motorcularının yakından tanıdığı o pis soğuk kaygısı da vardı eminin.

110 kilometre boyunca bir dansözün kıvraklığı ile eğilip bükülen virajlı köy yollarından sonra Ağva’ya vardık.

Bir de ne görelim? İstanbul havasının tam tersine güneşli ve sıcak bir hava bizi bekliyor! Artık hepimiz mağrur kahramanlar havası içinde; "İyi geldik, iyi ki sis den dolayı gezimizi iptal etmedik" modunda; neşe içinde ve hafiften kasılarak geziyorduk. İstanbul’un hemen köşe başında böyle bir el deymemiş doğanın olmasına inanılmak gerçekten zor.

Restoranımız bir tekneydi... hava da nefisti... haydi bakalım: "Herkes güverteye!"

Çeketler çıktı, balıklar, salatalar geldi, espriler birbiri peşinde patlamaya başladı. Arabaları ile yanımızdan geçen vatandaşlara motorculuğun -tüm zorluğuna karşın- ne şen, ne rahatlatıcı bir spor, hatta yaşam tarzı olduğunu sanırım çok iyi anlatıyorduk.

Ama her şey gibi yemek de sonunda bitti. Günün de bitmekte olduğunu fark eden yüzler asılmaya başladı. Sıcak havayı bulmuş motorcu gönlü kolay yatışır mı? Hiçbirimiz eve dönmek istemiyorduk tabii ki. Hemen aklıma, önceki gezilerde grubu götürdüğüm Şile'deki modern disko geldi.

Bu arzumu arkadaşlara yansıttığımda önerim kabul edildi ve motorların burnu Şile'deki diskoya çevrildi. İlk başından sis yüzünden tehlike atlatan gezimiz, bizim kararlılığımızla olağandan daha coşkulu yaşanmış ve geç bitmişti.

Sözün özü, yaşamı planlı yaşamak ne denli önemli bir nitelikse; yeri gelince planı bozabilmek de öyle... ki, bence katı planları en kolay motorcu bozum edebilir; çünkü çoğumuz sıradan ve sıkıcıya baş kaldırmak adına çıkmadık mı makineler üzerine? Ama bu geziden çıkarılacak bir önemli sonuç daha var: Sabahları pencerenin önündeki hava, asla gezi hakkında belirleyici olmaz. Bizi bekleyeni öğrenmenin yolu, pencere gerisinden bakmak değil, olaylara doğru ilerlemektir.