Gizemli Manastır Ve Yolsuz Köy Rock- Bar (Bölüm 2)
Motosiklet Dünyası Dergisi 65. sayı
Sayfa: 38,39
Tarih: 02/11/2001
Metin: Elvin Azar
Fotoğraf: Faramarz Azar
Sponsor:
Motosiklet Dünyası Dergisi
Aya Nikola Manastır Gezginlik -hele ki motorcu gezginlik- sert ve güçlü bir kişilik, komedyen bir sinir sistemi; ölüm orucu düşkünü bir iştah ve çivili döşek sevdalısı bir beden sahibi olmayı gerektirene bir… bir… bir nedir diyeyim? Spor mu? Uğraş mı? Hobi mi? Meslek mi? Bence bence bir kara sevda, bir kaçık tutku hatta hatta sağduyunuzdan hep daha güçlü olan bir itilimdir. “Giderken” çektiklerinizi, döndükten sonra tek “kalem pirzola” gibi göstererek yeniden yollara düşürür sizi! O sevda mı dolandırıcıdır? Yoksa siz mi ahmaksınız? Hiçbiri. Yollarda geçirdiğiniz kabus gibi saatlerin içinde -adı asla konamamış- öyle bir keyif/haz/doyum/boşalım vardır ki… İşte siz o duyguya tutsak; gri asfaltın üzerinde; binbir tehlike içinde; sonunuz belirsizce gider de gidersiniz. O isimsiz duygu diginlenemez şekilde yerleşir benliğinize; gözlerinizi yaşartır, tüylerinizi ürpertir. Kanınızı bilimadamlarınca çözülememiş; sadece sizin beyninizin eseri bir biokimyasal ile doldurur. Buralarda bulunduğunuz için; böylesi titrediğiniz/ piştiğiniz/ ağrılarla boğuştuğunuz için çok ama çok şanslı bir insan olduğunuzu söyler kulağınıza. Ona inanırsınız… ve de öyle mutlu olursunuz ki, ilerde sizi bekleyen şirin yüzlü patronunuz, dudakları binlerce “nerde kaldın?”ler ile süslü aileniz ve karşılaşacağınız otoyol canavarları gözünüze önemsiz birer detay olarak görünür.

Kastro Bu ay dergimiz Motosiklet Dünyası’nın sponsorluğundaki gezimizi kaldığımız yerden sürdürüyoruz motorcu kardeşler. Yollarda olabilmek için kendi arzum ile motorumdan inip Komutan’ın arkasına binmiş olarak “gitmek”teyiz. Geçen ay Kıyıköy’ün (TEM’den Çerkesköy ayrımından Saray üzerinden gidiliyor) içinden geçerek 35 km.lik toprak yolla Yalıköy’e doğru gitmiş; yol üzerindeki Çamlıkoy ve Çilingoz’u tanıtmıştık. Bu ay yola devam ediyoruz ve sizi gizemli bir kiliseyi gezmeye ve ardından gerçekten ilginç bir “köy rock-café”de balık yemeye davet ediyoruz. Yola çıkmadan hemen belirtelim: geçeceğiniz yol çok bozuk. Race ile girmenizi komutan önermiyor, chopper’cılara da “araçlarına ve kendilerine güveniyorlarsa girsinler” diyor. Fakat bu güzergahın anlatılamaz doğa mucizeleri ile bezeli olduğunu da vurgulayayım. Sık sık çam ağaçlarının arasından görünen bakir kumsalları izleyeceğiniz; korkunç sellerin yoldan söküp attığı ağaçlar ve uçurumlarla karşılaşacağınız; tabela konmaya bile gerek duyulmamış, unutulmuş yol ayrımlarından hep sağ yönü izleyerek geçeceğiniz bu yol, gezginlik deneyiminiz için bir kilometre taşı olacak.

Çamlıkoy'dan çıktıktan sonra yola devam ederek Kıyıköy’ü bulacaksınız. Sıkı bir gezgin olmasanız bile büyük olasılıkla Kıyıköy’e gitmişsinizdir. Bu nedenle size fazladan sadece Kartaltepe’ye çıkıp manzarayı seyretmenizi öneriyoruz. Biz ise Kıyıköy’ün farklı iki yerini tanıtacağız. Aya Nikola’yı ve Doğan’ın Yeri’ni. Gerçekte merkeze yakın olsa da, pek az insanın ayak bastığı topraklar buraları!

Kıyıköy’ü gezip geri dönerken büyük kemerin altından geçerek kasabadan çıkın, önünüze gelen ilk sapaktan sağa dönün, 600 m. lik toprak yoldan ilerlerken farklı bir boyuta doğru yola koyulduğunuzu anlayacaksınız. Doğa sizi -ne diyeyim- çılgın bir sanatçının en yoğun krizini geçirirken yarattığı -yani resmen abarttığı- güzellikleriyle kucaklayacak… ta ki yerlilerin “manastır” dediği Aya Nikola’ya dek.

Aya Nikola 6.yy.da, imparator Justinyen devrinde inşa edilmiş olan bu manastır bütünüyle kayaya oyulmuş. Eşdeyişle inşaatı sırasında duvar örülüp, zemin döşenmemiş. Girişteki açıklamada, kayaya oyulmuş manastırların en iyi örneklerinden biri olduğu yazılı. Şu güzel, neşeli ve cıvıltılı doğa ortamının içinde böylesi kasvetli bir mekan nasıl yer alabilir? diye insan gerçekten şaşıyor. Kapıdan içeri girmenizle birlikte güneş ışığından soyutlanıp dayanılmaz bir küf kokusu ve soğuk ile yüzleşiyorsunuz. Yerler bütünüyle yeşil renkte yosun ile kaplı olduğu için çok kaygan. Cesaretinizi toplayıp bu bomboş ve karanlık manastıra girin; içerdeki kolon kabartmaları, işlemeli sütunlar ve kubbe kemerlerinden etkilenmeseniz bile; insanoğlunun dışarıdaki renk ve keyif cümbüşünden bu denli ayrılmayı neden isteyebileceği üzerine felsefe yapabilirsiniz! Kazı sırasında buradan birçok insan kemiği çıktığını öğrenince sanki içerdeki “müphem” atmosfer daha bir karanlıklaşıyor gözünüzde. Hele cıvarda bir zamanlar “kanlı su” denilen bir su olduğunu öğrendiğinizde. Zemin katta kilise, bodrum ve ayazma var. Kapıda gönüllü rehberlik yapan bir roman vatandaşımız çocukluğunda bu kilisenin içinden denize dek inildiğini, fakat bazı çobanların -hala öğrenilemeyen bir nedenle- bu yolu taşlarla kapattıklarını anlatıyor. Sempatik roman, sanki yıllardır önünde turist beklediği esrarlı ve gamlı kiliseyle bir çatışma içinde! Nasıl mı? O kesif karanlığın yayılmasına neşesi ve müziği ile engel olmaya çalışarak! Elinden düşürmediği defi ve yanık esi ile söylediği Tekirdağ havalarıyla.

Doğan'ın Yeri Ünlü romanda Peter Pan evini şöyle tanımlar: “Kensington Bahçeleri’ne gir, git de git; sonunda beni bulursun”. İşte bundan sonraki durağımızıda böyle tarif edeceğiz; çünkü araba yolu yok! Aya Nikola’dan çıktıktan sonra 300m. geri dönüp toprak yoldan tarlaların içinden sağa sapın, çayırların içine dalıp gidin de gidin; karşınızda Doğan’ın yerini bulacaksınız. Yemyeşil çayır içinde, önünüzde şırıltılı dereyi izleyerek bir bira içmek… Karşınıza park ettiğiniz makinanıza bakarak… “Ne şanslı milletiz biz motorcular” diye düşüneceğinize eminiz. Her yanda balıkçı fenerleri, ağlar ve tahta iskemleler. Sadece bazı yerel balıkçılar biliyor bu gizli sayılabilecek mekanı; çünkü buraya ya motosiklet ile, ya da ana yoldan kiliseye yoluna girmeden sağdan -ancak çok dikkatle bakarsanız görebileceğiniz- bir salla gelebiliyorsunuz. Müşteriler genelde akşamcı balıkçılar. Yine de Doğan ısrarla Pink Floyd çalıyor. Müşterisi olan mütevazi köylüler ise ya bu farklı felsefeye ayak uydurmuşlar; ya da Doğan’ın müzik seçimindeki kararlılığına boyun eğmişler. 1975’in rock’cılarından olan ve buralarda -Taksim’i hiç özlemediğini söyleyerek- kafa dinleyen eski müzisyen Doğan’a bu alışılmadık kararının nedenini soruyoruz. Cevabı ise basit: “Kuralsız bir yer burası” diyor; bir meyhane değil, insanların birbirini bulduğu bir kanal Kuralsızlık insanca -sınıf/zümre/ideoloji/tekerlek sayısı/izm/gelir/kültür farklılığı gözetmeden kaynaşma Özgürlüğe yola çıkmış; kaçmış ya da kaçamamış bir motorcu daha ne ister? Ola ki daha pratik takılan bir hayat görüşüne sahipseniz yine Doğan’ın yerini bulup gidin; çünkü en azından balıklar nefis!