Aşıklar Diyarı Maşukiye
Motosiklet Dünyası Dergisi 35. sayı
Sayfa: 56,57,58
Tarih: 01/05/1999
Metin: Elvin Azar
Fotoğraf: Faramarz Azar
Sponsor:
Motosiklet Dünyası dergisi
Maşukiye Giriş Artık biliyorum; yürek sevgi dolu olunca neden doğaya koştuğunu...

Bu kadar şairane olmayan bir anlatım ile yineleyeyim sözlerimi; Türk filmlerinde birbirine aşık olan baş erkek ve baş kadın oyuncunun neden hep kırlarda koşuştuklarının sırını çözdüm! Orada anladım bunu, o köyde... Aşıklar köyünde ... Maşukiye’ de yani!

Hava, Nisan başında umulmayacak kadar soğuktu o gün. Ama program çoktan yapılmıştı, bu nedenle yağan yağmur durduramadı Faramarz’ı, planladığımız saatte çıktık yola. “Commander” bu konuda çok kesindir; motorcunun asla “hava” beklemeyeceğini savunur. Ona göre motorcu yorulmaz, motorcu üşümez, motorcu yerde uyur, bir gerilla gibidir yani motorcu, yada SAT komandosu gibi. (Tabidir ki bira ve yemek bu disiplinin dışındadır!). Huyunu biliyorum ya, bir şey söylemedim. Yalnızca yollarda alınacak olan 120 km.lik yolu (başlangıç Boğaziçi köprüsü olmak üzere) kara kara düşünmeye başladım.

Çok keyifli bir gidiş olmadı; çünkü yağmurdan başka E5’in çatlakları, sevimli kamyon trafiği ve eşsiz fabrika bacası manzaraları içinde yol alıyorduk. Bu zevkli dakikalar birden motosikletimin altından sanki koca bir taşa çarpmışım gibi ses çıkması ile doruğa ulaştı. Hemen sağa çektim; zincir çıkmış! Aslında hata motosikletde değil; çünkü uzun zamandır zincirden gelen ”langırtıya” aldırmıyor, onu germeyi geciktirip duruyordum. Tabidir ki takım çantam yanımda, kısa bir süre sonra zincir yerine takılmış olarak yeniden yola koyulduk. Ama aksilikler yakamı bırakmadı o gün.

Tam Körfez’i geçmiştik ki motorum gaz yememeğe ve karbüratöre pislik gelmiş gibi silkelemeğe başladı; “şase yapıyordu” yani. Bujilere giden kabloyu koruyan kapak sağanaklarda su sızdırıyor ve buji başını ıslatıyordu. Faramarz benimkileri Route 66’sının yedek kapakları ile değiştirince sorun halloldu ama onun Amerikan standartının üstünlüğü üzerine vaazı yol kenarında dinlemek zorunda kaldım. Bildiğiniz gibi Route 66, Virago 250’nin Amerikan versiyonu. Adamlar birkaç yeri kafalarına göre değiştirmişler. Kontak açılınca farlar ve ön sinyallerin sürekli yanması, motor bir sorun sonucu stop edince “stop engine” düğmesi bir kez daha açılıp kapanmadan çalışmaması, amortisörlerin “light”lığı, buji kapaklarının farklı dizaynı ve U direksiyon bunlardan bazıları. Eski bir Goldwing’ci olan bizim “haydut” bu nedenle Amerikalıları övme fırsatını hiç kaçırmaz; Goldwing Honda lisansı ile Amerika’da imal ediliyor ya... (Önümüzdeki günlerde size Goldwing’den daha detaylı söz edeceğim). Nisan sayısında benim düz direksiyondan dert yanmıştım hatırlarsanız. Kolumun kısa gelmesi nedeni ile motorumu uzanarak kullanmak zorunda kalıyor, uzun yolda biraz bileklerim ağrıyordu. Geçen hafta bir uyanıklık edip motoruma hafif kıvrık bir MZ direksiyonu taktık. Hiç problem çıkarmamanın ötesinde direksiyon hakimiyetim yüzde elli oranında arttı.

E5’in ve motorumun sorunları içinde Sapanca ayrımına dek yol aldık. Ama buradan sağa saptığımızda sanki farklı bir dünya adım atmıştık. (TEM’den gidiyorsanız İzmit’i geçince Sapanca gişelerinden sapacak ve soldan Maşukiye’ye devam edeceksiniz). Asfalt sihirli bir el değmişçesine düzeldi, trafik neredeyse sıfırlandı, manzara umulmayacak kadar güzelleşti. Her yan yemyeşil çimen ve çiçekti. Doğa bu beldeye öylesine farklı davranmış ki... İşin iyi tarafı dileyenin bu güzellikleri küçük bir ücret karşılığı evine götürebilecek olması; çünkü yol üzerinde türlü türlü ağaççıkların satışa sunulduğu bir ”ev fıdanlığı” var.

Vadi Resturan On-On beş kilometre sonra Maşukiye’ye geldik. Burası bir köy, ama modern sayılabilecek bir köy. Örneğin Bağdat caddesi üzerindeki çiçek galerisi hem çeşitlilik, hem de fiyat açısından çok uygun. Yol üzerinde fidanları motora yükleyememiş olanlar buradan yararlanarak gördükleri eşsiz doğa parçasından bir şeyler götürebilirler evlerine.

Maşukiye’nin görülecek asıl yeri ise Alabalık Vadisi. Adından da anlaşılacağa gibi buranın alabalıkları ünlü. Köyün içinden vadide birde Devlet Alabalık Üretme Çiftliği var. Yediğiniz balıkları sevdiyseniz evinizde pişirmek üzere de alabilirsiniz. Alabalık vadisi balıklarından başka temiz havası ile de tanınıyor. Doğa burasını bir “doğal klima” biçimde yaratmış. Yazın en sıcak günlerinde bile serin oluyormuş. Serin ilk bahar günlerinde ise asla umulduğu gibi soğuk değil. Vadililer, kışın karda bile misafirlerinin olduğunu, restoranların kapalı yeri bulunduğu halde çoğu kimsenin yemeklerin dışarıda yemeği yeğlediğini anlattılar bize. İklim böylesine mucizevi bir oluşum içinde Maşukiye’de.

Başka hangi güzelliğini anlatayım ki aşıklar köyünün? Her yandan akan ırmakları mi? Zevkli şirin restoranlarını mi? Yoksa mini şelaleciğini mi? Maşukiye bir diğer anlatım ile “su cenneti”. Yeşilin ton zenginliğinin, eteğine kurulduğu Karatepe’den inen kar sularından kaynaklandığına inanlar da var. Öyle bir su ki bu, iştah açıcı ve hazmettirici özelliği ile de tanınmakta. Hemen ekleyeyim lokantalar arzu edilirse yemek sonrası bu özel su ile semaverde çay da demliyorlar. (1999)

Şimdi dilerseniz Alabalık Vadisi'nin kısa bir tarifini yapayım: köyün içinden geçerek vadiye doğru uzanın yol 1-2 km. sonra ikiye ayrılıyor. Bu noktadaki zevksiz restoran ilanları insanı hayal kırıklığına da size doğru yol üzerinde olduğunuzu gösteriyor. Önce sola sapın, dik ve virajlı kısa yol ile solda Subaşı tesislerine bir gidin. Karşınıza şirin bir restoran çıkacak. Çevrede gözü tırmalayan, kimi kır lokantalarında göreme alıştığımız ucuzluklara hiç yer vermemişler. Menüde yedi-sekiz çeşit balık var. Bence bu lokantanın handikapı içkisiz olması. İnsan birayı balığı ile içmedikten sonra nerede içecek? Fransız'lar bence “içkisiz balık zehirdir” derken çok doğru söylemişler.

Maşukiye, Şelale Aynı yoldan geri dönüp bu kez sağa doğru ilerlerseniz hemen solunuzda alabalık üretme çiftliğini göreceksiniz.

Yola devam etmenizi öneriyorum, çünkü önünüze çıkacak olan Vadi Resturan tam kafaya göre. Restoran başlı başına bir çiftlik gibi , diğerlerinden özerk; iç ve diş dekorasyon mükemmel ve önemlisi gerek tesisi yöneticileri, gerekse personel motorcuları “VIP” kapsamında değerlendiriyorlar. Zaten girişin üzerindeki Atatürk kabartması mentaliteyi en açık biçimde ortaya koymakta. Yemeğinizi dilerseniz ırmağın yanında yiyorsunuz. Tesisin içi gerçekten çok çarpıcı; taş duvarların arasında kütük tahtalardan yapılı masalar yer alıyor; duvarları ise çanlar, geyik kafaları, araba tekerlekleri, balık ağları, hasır balık sepetleri ve postlar kaplamış. Etraf loş, ortada bir soba çıtır çıtır yanmakta. Tam maşuklara göre bir mekan. Fiyatlar ise makul. Şef garson meze almanın zorunlu olmadığını ( eşdeyişle küçük bir bütçe ile yemek yemek isteyenlere surat asılmadığını) söylüyor ama peynirli mantarlarının bir spesiyalite olduğunu eklemeden geçmiyor. Özel olarak Bilecik’te imal ettirilen bir köy peynirinden yapılmakta olan bu güvecin fiyatı ise 1.5 milyon. (1999) Cebi dolu olanlara son bir not düşeyim: arzu ederseniz restoranda 25 çeşit meze bulunuyor.

Gerçekten aşıklara bir diyar Maşukiye. Alın sevdiğiniz kadını yanınıza (ola ki yazımı benim gibi bir bayan motorcu okuyorsa diye ekleyeyim: alın sevdiğiniz adamı yanınıza) hava beklemeyin, hemen bu hafta sonu gidin. Yada bir başinıza gidin Aşıklar beldesine; çünkü zaten motorunuz, yaşamınızı bile ettiğiniz başlıca sevgiliniz değil mi?