Afet Bölgesinde, (17 Ağustos 1999 depremı)
Motosiklet Dünyası Dergisi 41. sayı
Sayfa 48,49,50,51
Tarih: 01/11/1999
Metin: Elvin Azar
Fotoğraf: Faramarz Azar
Samura Motor
Sponsor: Samura Motor
Çadır kent Ne denilebilir ki böylesi bir felaket karşısında? “Ah”lardan, “vah”lardan başka ne yazılabilir? Oysa utanıyorum... Ağızlarda sakız olmuş sözleri bir kere daha yinelemeye utanıyorum gördüklerimden sonra.

Korku ve acı... Sadece bunlardı hissedebildiğimiz. Kaçıp oradan, bir yerlere sığınmaktan başka düşüncemiz yoktu ilk bir saatin sonunda. Ki yaz kış motor üzerinde yaşayan gezginler olarak alışığızdır tehlikeye. Kaderin her köşe başında ne gaddar sürprizler hazırlayabildiğini çoktan öğrenmişizdir. Ama asla görmemiştik onca insanın aynı dehşet dolu yazgıyı aynı anda paylaştığını.

Felaket çok geniş bir alandaydı... Felaket beklenmedik anda birden gelmişti... Felaket sıcacık yatağına habersizce yatarken birdenbire diri diri gömülmek; sevilenlerin birkaç metre ötedeki taşların altında can cekiştiği bilmek, soğuğun ortasında sarınacak bir yorgana bile muhtaç kalmaktı.

Ölüm, ayrılık, kayıp... Acının, insanoğluna reva görülen en iğrenç üç biçimi aynı anda yaşanıyordu İzmit ve Adapazarı’nda.

Özellikle yağmurlu bir günü beklemiştik yola çıkmak için. En zor günlerinde görmek istemiştik afetzedeleri. Bir Pazar baktık ki hava yağışlı, saat dokuz gibi koyulduk yola. Önceki yazılarımızı izleyenler bilir, yolculuklarda daima E-5’i kullanırız. Tüm deliklerine, çatlaklarına ve trafiğine karşın... Çünkü E-6’da, motorda bir problem çıkınca ortada kalakaldığın gündür. Oysa E-5’de maksimal beş km. ilerinde veya gerinde bir tamirci, lastikçi veya yardımına koşacak bir adem bulabilirsin. Bu düşünce ile E-5’e vurduk motorları. Ama o ne? Derince’nin derin uçurumları bile yok olmuş: yani E-5 baştan başa asfaltlanmış! Mucize!..

Deprem Bölgesi Yağmura rağmen keyifli bir şekilde olağan kahvaltı güzergahımız olan Hereke’de kısa bir mola verdik. Oysa tatlı tatlı atıştırmaya alıştığımız pasta hane artık eskisi gibi değildi. Duvarı çatlamış, tavanı delinmiş, şişman pastacı hanım bile neşesini yitirmişti. Bu ilerde göreceğimiz şeylerin girizgahı, antresi idi bir anlamda.

Körfez’de ilk çadır kenti gördük. Ne kenti? Ne çadırı? Kent yada çadır yoktu orada. Bezlerden, naylonlardan -çadır filan değil- örtülerin altında yaşamağa uğraşan yüzlerce insan vardı. Yaktıkları ateşlerin başında kir içindeki partal örtülere sarılı uyuklamaktan başka yapacağı olmayan yüzlerce insan. Ortak kaderleri beklemek idi artık.

Ve İzmit’e girdik. Dehşeti yaşadık... asıl dehşetin üzerinden aylar geçtiği halde. Komik bir biçimde yamulmuş apartmanlar, ezilmiş arabalar, yarılmış yollar, 20. yüzyıl uygarlığının unutulduğu çadır kentler. Her yan ıslak; kurtarılan tek tük koltuklardan, başların dayandığı yastık olarak kullanılan şiltelere dek. Öylesine kayba uğramış ki bu insanlar, çevre okulların sıraları sökülüp onlara verilmese, üzerine oturacak minderleri yok. Çadırların arasındaki yollar çamurun en alışılmadık ağdalı bir biçimi ile kaplanmış. Ve soğuk... Özellikle gece olunca sığınılacak duvarlı bir barınak olmadan göğüslenmesi gereken soğuk. Ocaksız, musluksuz, giysisiz yaşamaya uğraşan insanlar. Uyumadan önce kitap okuyan, akşamları duş alan, Pazarları “jog” atan insanlardan sadece 100 km. ötede oldukları halde!

30 km. ilerdeki Adapazarı ise yer yer bitik bir kent. Her yan greyder dolu. Kimileyin tüm bir sokak olduğu gibi yıkılmış. Bombalanmış gibi. Savaşlarda insanların bombalanma olasılığına psikolojik olarak hazırlanma olanakları vardır. Adapazarlı'ların böyle bir şansı da olmamış.

Güzel olan ise ziyaretimizin özellikle gençleri mutlu etmesi idi. Götürdüğümüz ufak tefek şeyler değildi onları sevindiren; salt motor üzerindeki varlığımızdı. Söylenene göre biz ilk motorculardık oralarda görülen. Virago’larımız onlara, üç metre uzaklarında kamyonlarla dağıtılan giyeceklerden çok daha çekici geliyordu. Motosiklet öylesi bir tutku ki, tüm dertleri unutturabiliyor. Örneğin iki delikanlı anlattı: bütün uyarılara rağmen bir gece gizlice yıkılmış evlerine girip mobiletlerini kurtarmışlar. Tabii babalarından bir temiz de dayak yemişler.

Afet bölgesindeki gençlerin yetişkinlerden daha çok morale gereksinimi var. Yiyeceğe, giysiye, eşyaya ve eve ihtiyaç büyük, doğru; ama adı geçenler umudunu yitirmiş bir genç kuşağın işine ne ölçüde yarar acaba? Bu nedenle bizler diyoruz ki: “haydi motorcular, çadır kentlere birer sefer düzenleyin, bir hafta sonunu o insanlara adayın. Sizler ki zorluklara uzun uzadıya hesaplar yapıp dirsek çürütmeden atlayabilen insanlar olduğunuzdan motorun üzerindesiniz. Sizler ki kaderinizi “sakın yapma”cı buyruklar ile bozguna uğratmadığınızdan dört tekerleğe “nanik” yaptınız.

Deprem Bölgesi Her vites değiştirme macerasında; hani debriyajı her çekişinde, sağ bileğin ile yavrunu bir iki kez inlettiğinde; sıkışık trafikte yanından geçtiğin arabanın dikiz aynası elinin üzerini her okşadığında; araçların arasından her “sıyırdığında”; yada kadran 130 vururken rüzgarın saçların ile her tango yapışında çevreni unutup salt bu dünyada var olduğun için kendini çok, ama çok şanslı sayabiliyorsan; sıradan insanın uçukluk (belki de manyaklık) dediği nice zevk senin için temel gıda olmuşsa; kısaca en essahından motorcuysan, çaresizlere zor ve tehlikeli ortamlarda da gizli keyifler bulunabileceğini senden başka kim anlatabilir? Senden başka kim onlara “aşırı güvende olma iyidir”adlı ne idüğü belirsiz buyruğun gerçekte korkunç bir tutsaklık olduğunu gösterebilir?

Paylaş onların kaderini birkaç gün olsun. Gençlere “sadece zorluk ve tehlike içinde var olmayı başarabilenlerin bir daha kolay kolay yıkılamayacak insanlara -kahramanlara- dönüşeceklerini” anlat. Hatta gezdir isteyeni makinanın arkasına bindirip, birazcık da sağını solunu kurcalat yavrunun; ne olur ki?

İnan diğer yardımseverlerin dağıttığı aş ve eşyalar kadar önemli bir yardımdır bu da.