Denizler Boyunca Türkiye Turu (Bölüm 2)
Motosiklet Dünyası Dergisi 38. sayı
Sayfa: 56,57,58
Tarih: 01/08/1999
Metin: Elvin Azar
Fotoğraf: Faramarz Azar
Sponsorlar: Ansal, Beldeyama, Daytona Motor, Korlas, Samura Motor, Shell
Biz, Elvin ve Faramarz; sizlere gezimizin 1515 km.lik ikinci ayağından, Akdeniz’den sesleniyoruz. Özgürlüğün, neşenin, seksin diyarından. Bu yörelerde insanlar bin yıllarca aşk ve gülüş tanrıçası Aphrodith’e taptılar. Onun adına tapınaklarda orjiler yaptılar. Bu büyülü hava etkisinden hiçbir şey yitirmemiş hala. Sıcak iklim ve deniz ile açıklanabilecek bir etki değil bu; çünkü benzerine ne Adana’da, nede Mersin’de rastlanıyor. Keramet sadece bu topraklarda anlayacağınız; buralarda geceleyip eski coşkulara boyun eğmemek olanaksız. Hele ki motorcuysanız... Hele ki beyinde özgürlük çarpması ile yollara düşmüşseniz. Siz ki sınırları sevmeyenlerdensiniz, inanın, Akdeniz’in keyfini daha bir çıkaracaksınız. Akdeniz Fethiye ile başlar. Tanrı Apollon’un oğlu Fethiye (Telmessos) ile... Apollon Finike kralının aşırı utangaç kızına ancak bir köpek kılığında yaklaşabilmiş ve oğulları Telmessos dünyaya gelmiş. Fethiye şirin,

Didyma karanlık, parke taş döşeli caddeleri ile daha çok yat turizmine elverişle bir yer. Fethiye’yi şöhrete ulaştıran ise Ölüdeniz. Merkeze 12 km. uzaklıktaki bu doğa harikasına virajlı bir yol ile ulaşılıyor. Ölüdeniz, adının kaynaklandığı kapalı denizden başka, normal bir plaja ve trafiğe kapalı bir turistik merkeze de sahip. Restoranlar, hediyelik eşya satıcıları, tatil dövmecileri ve barlar ile dolu bir cadde burası. Aklınızda olsun, barlarda içkiler girişte belirtilen “Happy Hour”larda yarı fiyatına. Bu beldenin ikinci özelliği ise yamaç paraşütü merkezi olması. Alçaktan uçmağa alışkın motorcular bir kez de -65 pound karşılığında- 2000 metre yüksekten uçmayı deneyebilirler. İşin ilginç yanı ise uçuş sırasında Hollanda'lı hocaların da size eşlik etmesi. Anlayacağınız burada bile rahat bırakmıyorlar insanı bir rahat uçsun!

Fethiye’de bir de Kayaköy var, görülmeğe değer. Bir zamanlar insanlarla dolu olan, sarp kayalara oyularak inşa edilmiş 4000 ev, şimdilerde yalnızlık içinde kendilerini ziyaret edecek turistleri bekliyor. Turistleri bekleyen sadece evler değil, birde karayılan var yörede! Köylülerin ve olayı bizzat yaşamış bir rehberin anlattığına göre ailesi insanlarca katledilmiş bir koca yılan Kayaköy’de intikam peşindeymiş.

Devam edelim yola ve Patara antik kentine doğru bir sapalım. 6 km. sonra Apollon’un oğlu Patarus’un kurduğu Patara’ya ve bir km. sonra ise upuzun kumsala ulaşalım. Sahil rüzgarlı, windsurf meraklılarına uygun, ama biz demiratçıların ilgisini çekecek bir diğer aktivite var Patara’da, o da “At Çiftliği”. Değişiklik olsun diye canlı bir at sürmek isteyenler iki saatlik yemekli- manzaralı turlara katılabilirler.

Gümbet, Bodrum Kaş’a doğru ilerlerseniz SilifkeKale’ye dek çizgileri çoktan silinmiş, dar, virajlı ve bir yanı dimdik dağ, diğer yanı dimdik uçurum olan bir yolu izlemek zorundasınız. Benzinciler bile istasyon kuracak bir alan bulamamış sanki bölgede, depoyu dolu tutun. Bu badireyi sağ salim atlatıp Kale’ye vardığınızda hafiften bir oh çekeceksiniz.

Kale, Stephen King romanlarının ıssız kasabalarına benziyor. Hani insanları yolu düşecek turistleri saçma sapan nedenlerden öldürmek için pusuda bekler ya, o çeşit. İn cin top oynuyor caddelerde. Akşam olunca ise İstanbul’da göremeyeceğiniz bir motor trafiği başlıyor. Sanki memleketin tüm tapon, salaş motorları egzostları delinip buraya dolmuş. Deposu nikelajlı, kırmızı Jawa’lardan en azından otuz tane gördük. Kale’nin diğer özelliği ise Myra antik kenti ve Noel baba’nın (st. Nicholaus) burada yaşamış olması. Kilisesi ziyarete açık, gezebilirsiniz. St. Nicholaus öncelikle çocukların koruyucusu olarak kabul ediliyor; ardından ise haksız yere suçlananların ve gezginlerin... Motorcuların bu kiliseye uğrayıp hazretin duasını almasında yarar var diyoruz!

Kale’den sonraki virajların ortasında, artık göçerliği terk etmiş olan Yörükler bir vaha kurmuşlar kendilerince. Bu adamlar da önceleri -örneği daha çok batıda görülen bazı motorcular gibi- yerleşik düzende yaşayamazlarmış. Dağlarda hayvancılık ile uğraşır, bir yere çakılamayıp sürekli göç ederlermiş. Seracılık başlayıp otlak kalmayınca hayvancılık işi bitmiş, zorunlu olarak ticarete ve böylece de klasik yaşama geçmek zorunda kalmışlar. (Geleneksel bir iş yaşamının motorcu ruhuna zarar verdiğinin daha iyi bir örneği olabilir mi acaba?). Uğrayın otağlarına, gözlemelerini, bazlamalarını bir tadın, dinleyin öykülerini, alınacak öyle çok ders var ki!..

Yol sizi yavaş yavaş portakalları ile ünlü, tertemiz, yepyeni, çok güzel bir ilçe olan Finike’ye getiriyor ama gelebilirseniz; o daracık, dimdik virajlarla nakış gibi işlenmiş(!) uçurumlu 35 km.lik yolu atlatabilirseniz. Ardından, şirin kaplumbağa resimlerinin altında “Dikkat Turtle Çıkabilir” yazıları olan levhalar göreceğiniz lüks oteller cenneti Tekirova, portakal bahçeleri giderek yok olan modern Kemer ve sonunda Antalya’ya ulaşacaksınız.

Antalya, Düden ve Manavgat’ı ile görmeğe değer. Hele antik kent ile iç içe geçmiş, traktörlerin, üstü açık otobüse benzeyen garip araçları çekerek turist gezdirmede kullanıldığı şen ve basit Side... Geceliği beş milyona havuzlu otel bulmak mümkün burada. Ve Titreyen Göl... Aslında Manavgat çayının denize dökülmeden önce bir gölcük oluşturması ve rüzgarla suyunun ürpermesi ile bu adı almış bir yöre; ama gerçekte dört- beş yıldızlı otellerden kurulu bir yapay kasaba.

Apollon Tapınağı Daha önünüzde Alanya var ama gidebilene! Alanya’yı görmek isteyen için kendini o yılankavi yola “atmaktan” başka çıkar yol yok, eğer ki kuzeyden inmediyse. %15’e varan eğim ile daracık virajları dönüyorsunuz. Dönemeçler genelde çökmüş, ve tam bu noktalara -ne hikmetse- ilanlar doldurmuşlar. Sanırım sürücülerin dikkatlerini dağıtıp tez elden motorcu cennetine yollamak için! Yol -bir bakıyorsunuz- dağ tepesine çıkıyor, komşu dağların dorukları ile aynı hizaya geliyorsunuz; sonra iniş başlıyor, deniz seviyesine dek... Bir çık, bir in Alanya’ya geliyorsunuz; gece hayatı renkli olsa da, uçukluğu hafifletilmiş “nezih” tatil yöresi Alanya’ya. Geniş, modern, ele geçmez, Bodrum gibi sahiplenilemez bir merkez.

Ve yine bitmek bilmez, dimdik, daracık virajlarda vitesi iki, üç, iki, üç eze eze; kırmızı petrol tankerleri ile tango yapa yapa mağraları ile ünlü Anamur’a yaklaşıyorsunuz. Ucuz mazot ilanlarının yerini “ucuz muz” ilanları alıyor; çünkü Anamur bir muz cenneti. Anamur'lular turisti kendilerine getiren yolun -hani ne diyeyim- “ayıbını” affettirmek ister gibi ilçeyi dümdüz yollar ile bezemişler. İlçe girişinde, Selçuk'lulardan kalma Mamure kalesi gölgesinde yer alan restoranlarda hesaplı saç kavurma yiyip bira içmek “yakı gibi geliyor”.

Anamur’dan çıkınca kamyon trafiği de başlıyor. Otel ilanları yerlerini gübre ilanlarına bırakıyor; mağrur bakışlı, bronz tenli, beyaz t-shirt’lü jeep sürücülerinin yerini mağrur bakışlı, sadece sol kolu bronz renkli, beyaz atletli kamyon sürücüleri alıyor. Çocuklar ya el sallamaya veya taş sopa atmağa başlıyor motorlara.

Anamur’dan sonra yol iyice kötülüyor, ta Silifke’ye dek; özellikle Aphrodisias Kilikien’i gezmek isterseniz... Bu antik kent benim gerçek mesleğim olan araştırmacı yazarlık açısından çok önemli olduğu için görmek zorundaydık. Ve böylece o ana dek geçtiğimiz yolları otoban zannettirecek bir cehenneme düştük. İşin garibi yolun sonunda Aphrodisias beklerken karşılaştığımız lüks tatil sitesiydi. Ören yeri bu sitenin sınırları içinde kalmış. Site sakinleri motor gürültüsünden rahatsız oldukları için antik kenti site yöneticisinin özel izni ile gezebildik! Aynı yolu gerisin geri çıkıp Mersin’e vardığımızda ise aklımızda yolun kötülüğünden çok manzaranın doyumsuzluğu kalmıştı.

Mersin ile ilgili hatırladığım ise pantolonumu üzerime yapıştıran korkunç nem; üç milyara lüks konut edinilebileceği; dümdüz bir kent olduğu ve deniz kirliliğinin yer yer etkin olması. Bu kentteki tatil beldelerini daha çok iç ve doğu Anadolu’dan gelenler yeğliyor.

Kapadokya yolu Pozantı’dan geçer, ama siz siz olun otoyolu kullanmayın; Tarsus’tan vurun kuzeye (bu arada bidon ile satılan şalgam sularından tatmayı unutmayın), Pozantı’yı bulun, sonra ana yolu bırakıp sağa sapın ve Çamardı yolu ile Derinkuyu yer altı şehrine dek gidin; iddia ediyorum yaşamınızda geçtiğiniz en güzel manzaraları izleyeceksiniz. Toros’ların Aladağlar bölgesinin en yüksek tepesi olan Demirkazık etekleri, gelincik tarlaları, yol kenarına dizili serviler, koyu yeşil çayırlar ve serin çam ormanları arasında soluğunuz kesilecek. Yol hafif kıvrımlı, rahatça 80 km. ile girilebilecek virajlar ile hiç canınız sıkılmadan motorculuğun tadına daha bir derinden varacaksınız.

Turumuzun ikinci ayağı Kapadokya ile sona eriyor. Eşsiz, benzersiz, insan üzerinde oluşturduğu etki asla turistik broşür ve ilanlarda yer alan resimler ile anlaşılamayan Kapadokya ile. Niğde, Aksaray ve Nevşehir arasında kalan bu bölge üç farklı oluşumu içeriyor: Doğanın mimarlığını yaptığı benzersiz peri bacaları, Hıristiyanların kayalara oydukları kiliseler ve mimarının kimliği hala çözülememiş olan, fakat Hititler zamanında bile var olduğu kanıtlanmış yer altı şehirleri. Kısaca her zevke göre bir şey var buralarda. Tarih var, doğa var ve gizem ile sır var. Kısacası kesin görülesi bir yer bizce.

İşte böyle motorcu dostlar; gördüklerimiz özetle böyle... Ama eğer birde kendiniz yaşamak istiyorsanız bizim yaşadıklarımızı, atın motorunuzun arkasına bir 3 kiloluk çadır, araba kasasına boyun eğmemiş ruhunuzu ev hapsinde kurtarın. Asla dinlemeyin saçları 140 km.lik rüzgarlarla okşanmamış adamların sözlerini; çadır motordan hiç ayrılmamak, evdeki bir sürü saçma zorunluluklardan istifa etmek, yolculuk sırasında nasıl bir yatağınız olduğunu başından bilmek, otelinizi sadece kendi zevkinize uygun yerlere kondurmak, yolculuk masrafını yarıya indirmek ve doğanın -modern insanın unuttuğu- şifresini çözebilmektir. İstediğiniz kadar lüks otellerin “Çınar Altı Tea Room”, yok efendim “Dokuz Palmiye Bar”, veya “Aloha Restaurant” gibi özenti adlı mekanlarının müdavimi olacak maddesel güce sahip olun; yaşadıklarınızın yapaylığını ancak sabahları gerçek deniz veya çimenin bir metre ötesinde, duvarsız bir ortamda uyanınca göreceksiniz.